- Minval Hukuk
- Ceza Hukuku
- 15 Aralık 2025
Günlük dilde sıklıkla duyduğumuz “Allah belanı versin” ifadesi, duygusal yoğunluğu yüksek bir beddua olup halk arasında ağır bir hakaret olarak algılanır; ancak hukuki değerlendirme bu algıdan farklıdır. Türk Ceza Kanunu bakımından belirleyici olan, söylenen sözün kişinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edecek somut bir olgu isnadı ya da sövme içerip içermediğidir (TCK m.125). Bu kısa metinde amaç, okuyucunun merakını uyandırmak ve temel ayrımı net biçimde hissettirmektir: dilsel ağırlık ile cezaî sorumluluk aynı şey değildir.
Kısacası bu söylem ifade toplumsal olarak ağır ve kırıcı olabilir; hukuken suç sayılması ise bağlama, muhataba ve ifadenin içeriğine bağlıdır.
"Allah Belanı Versin" Demek Suç Mu? Hakaret Sayılır Mı?
Gündelik dilde çoğu zaman öfke, kırgınlık ya da çaresizlik anlarında sarf edilen “Allah belanı versin” sözü, ilk bakışta sert ve sarsıcı bir ifade olarak algılanır. Bu nedenle pek çok kişi, böyle bir sözün hukuken doğrudan suç teşkil edip etmediğini merak etmektedir. Ancak ceza hukukunun dili, gündelik dilin duygusal reflekslerinden farklıdır. Hukuki değerlendirme, sözün yarattığı rahatsızlıktan ziyade, kanunun çizdiği sınırlar ve koruduğu hukuki değerler üzerinden yapılır.
Nitekim 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesi, hakaret suçunu açık ve sınırlı biçimde tanımlar. İş bu maddeye göre cezalandırılan davranış, bir kimsenin ONUR, ŞEREF VEYA SAYGINLIĞINI RENCİDE EDEBİLECEK NİTELİKTE, somut bir fiil ya da olgu isnadı veya sövme içeren söz ve davranışlardır. Bu tanım, her ağır, kırıcı ya da nezaket dışı sözün otomatik olarak suç kapsamına girmesini engelleyen bilinçli bir tercihin ürünüdür. Ceza hukuku, toplumsal ilişkilerdeki her gerilimi değil, yalnızca kişilik değerlerine yönelik doğrudan ve ciddi saldırıları yaptırıma bağlar.
Bu noktada “Allah belanı versin” ifadesinin hukuki mahiyeti belirleyici hâle gelir. Sözcüklerin anlamı ve yönelimi incelendiğinde, bu ifadenin çoğunlukla BEDDUA niteliği taşıdığı görülür. Beddua ise muhataba bizzat isnat edilen bir kusur veya aşağılayıcı bir nitelendirme değil; ilahi bir kudretten olumsuz bir sonuç temenni edilmesidir. Bu yönüyle söz, muhatabın onur ve saygınlığını hedef alan somut bir isnat içermediği gibi, klasik anlamda bir sövme olarak da değerlendirilemez. Yargı uygulamasında benimsenen yaklaşım da bu yöndedir: rahatsız edici ve kaba olsa bile, beddua mahiyetindeki sözlerin HAKARET SUÇUNUN MADDİ UNSURUNU OLUŞTURMADIĞI kabul edilmektedir.
Ancak bu noktada hukukun dikkat çekici bir hassasiyeti devreye girmektedir. Ne var ki ceza hukukunda hiçbir ifade, bağlamından koparılarak soyut biçimde değerlendirilmez. Aynı söz, yalnızca anlık bir öfke ifadesi olarak sarf edildiğinde suç teşkil etmezken; aşağılayıcı başka ifadelerle birleştiğinde veya muhatabı toplum nezdinde küçük düşürmeye yönelik bir bütünün parçası hâline geldiğinde farklı bir hukuki anlam kazanabilir. Bu nedenle mesele, yalnızca “ne söylendiği” değil, nasıl, kime ve hangi koşullar altında söylendiği sorularıyla birlikte ele alınmaktadır.
Hakaret suçunun hukuki yapısında bir diğer önemli unsur da şikâyet şartıdır. Kanun koyucu, hakareti kural olarak mağdurun şikâyetine bağlı bir suç olarak düzenleyerek, ceza hukukunun “son çare” olma ilkesini somutlaştırmıştır. Bu yaklaşım, her sert sözün devlet eliyle cezalandırılmasının değil, bireyin kişilik değerlerine yönelik ciddi saldırıların yaptırıma bağlanmasının amaçlandığını gösterir. Dolayısıyla beddua niteliğindeki bir ifade, çoğu durumda yalnızca hukuken suç teşkil etmediği için değil, aynı zamanda şikâyet mekanizmasının varlığı nedeniyle de ceza yargılamasının dışında kalmaktadır.
Sonuç olarak “Allah belanı versin” sözü, toplumsal ve ahlaki açıdan eleştirilebilir bir ifade olsa da, ceza hukuku bakımından her durumda suç sayılan bir hakaret değildir. Türk Ceza Kanunu’nun sistematiği ve yargı uygulamasının istikrarlı yaklaşımı, bu tür ifadeleri çoğunlukla beddua kapsamında değerlendirmekte ve hakaret suçunun sınırları dışında bırakmaktadır. Ancak ceza hukukunun temel ilkelerine uygun olarak, nihai değerlendirme her zaman somut olayın özelliklerine bağlıdır. İşte bu nedenle, hukuki cevap basit bir “evet” ya da “hayır”dan ibaret değildir; aksine, hukukun ince terazisinde tartılan çok katmanlı bir değerlendirmeyi gerektirir.
Cumhurbaşkanına Allah Belanı Versin Demek Suç Mu?
Cumhurbaşkanına yöneltilen sözlerin hukuki niteliği, yalnızca ceza hukuku açısından değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal hassasiyetler bakımından da dikkatle ele alınması gereken bir konudur. Türk Ceza Kanunu sistematiğinde cumhurbaşkanına hakaret, diğer hakaret türlerinden ayrı olarak düzenlenmiş ve daha ağır yaptırıma bağlanmıştır. Bununla birlikte, uygulama ve yargı içtihatları, kanun metninin her somut olayda otomatik biçimde cezalandırma sonucunu doğurmadığını açıkça göstermektedir.
Türk Ceza Kanunu’nun 299. Maddesi; “…(1) Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Suçun alenen işlenmesi hâlinde, verilecek ceza altıda biri oranında artırılır.(3) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.” diyerek cumhurbaşkanına hakaret suçunu ayrıca düzenlemekte ve bu fiil için hapis cezası öngörmektedir. Maddede ayrıca suçun alenen işlenmesi hâlinde cezanın artırılacağı belirtilerek, siyasal makamın saygınlığının daha güçlü biçimde korunmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Bu yönüyle düzenleme, normatif açıdan açıktır ve yargılamalarda ilk başvurulan hukuki dayanağı oluşturur. Ancak ceza hukukunda salt normun varlığı, her somut olayda suçun oluştuğu anlamına gelmez.
Nitekim bu suç tipinin Anayasa’ya uygunluğu ve uygulama sınırları, ifade özgürlüğü ile devlet makamlarının korunması arasındaki denge bağlamında uzun süredir tartışılmaktadır. Anayasa Mahkemesi kararları, bir yandan cumhurbaşkanlığı makamının itibarı ve kurumsal saygınlığının korunmasının meşru bir amaç olduğunu kabul ederken, diğer yandan ifade özgürlüğünün tamamen bertaraf edilemeyeceğini vurgulamaktadır. Bu yaklaşım, TCK m.299’un varlığının tek başına “otomatik ceza” anlamına gelmediğini, her olayda ölçülülük ve somutluk değerlendirmesi yapılması gerektiğini ortaya koyar.
Bu noktada yargı pratiğinin en dikkat çekici yönlerinden biri, “beddua” niteliği taşıyan ifadelerle klasik hakaret arasındaki ayrımdır. Yargıtay kararlarında görülen istikrarlı eğilim, “Allah belanı versin” gibi ifadelerin, içerik ve bağlamına göre çoğu zaman beddua olarak değerlendirilmesi yönündedir. Yüksek Mahkeme, bir sözün hakaret sayılabilmesi için yalnızca sert veya kırıcı olmasının yeterli olmadığını; doğrudan tahkir edici, aşağılayıcı ya da somut bir isnat içermesi gerektiğini kabul etmektedir. Bu nedenle, muhatabı küçültmeye yönelik açık bir sövme ya da isnat içermeyen bedduaların, cumhurbaşkanına yöneltilmiş olsa dahi, hakaret suçunun unsurlarını oluşturmadığı yönünde kararlar verilmiştir. Bu yaklaşım, kanun metninin katılığı ile uygulamanın ölçülülüğü arasında kurulan bilinçli bir dengeyi yansıtmaktadır.
Son yıllarda kamuoyuna yansıyan bazı davalarda da bu içtihadi eğilimin pratik yansımaları görülmüştür. Cumhurbaşkanına yöneltilen “Allah belanı versin” benzeri ifadeler nedeniyle açılan davalarda, mahkemelerin sözün içeriğini ve söylendiği koşulları birlikte değerlendirerek, ifadenin beddua sınırları içinde kaldığı ve hakaret unsuru taşımadığı gerekçesiyle beraat kararları verdiği görülmektedir. Bu tür kararlar, hukuki sonucun yalnızca kullanılan kelimelere değil; sözün söylendiği ortam, muhatabın statüsü, ifadenin bağlamı ve eşlik eden davranışlara sıkı sıkıya bağlı olduğunu açık biçimde ortaya koymaktadır.
Cumhurbaşkanına hakaret suçunda ayrıca usulî ve cezai bazı farklılıklar da önem taşır. Suçun alenen işlenmesi hâlinde cezanın artırılması, sözün kamusal alanda veya sosyal medya gibi mecralarda söylenmesinin hukuki sonuçlarını ağırlaştırabilmektedir. Bunun yanında, delillerin niteliği, aleniyetin ispatı ve failin kastının ortaya konulması da yargılamada belirleyici rol oynar. Dolayısıyla bir ifadenin mahkeme önünde nasıl değerlendirileceği, yalnızca metinsel anlamına değil, delillerin sunuluş biçimine ve olayın kuramsal analizine bağlıdır.
Uygulamada mahkemelerin dikkate aldığı somut kriterler arasında; sözün söylendiği bağlam, muhatabın makam ve statüsü, ifadenin aleni olup olmadığı, bedduaya eşlik eden başka aşağılayıcı ifadelerin bulunup bulunmadığı ile failin niyeti ve sözün toplumsal etkisi öne çıkmaktadır. Bu unsurlar birlikte değerlendirildiğinde, hukuki sonucun şekillendiği görülür.
Sonuç olarak, cumhurbaşkanına yönelik bu tür bir ifade bakımından hukuki açıdan tek cümlelik ve kesin bir cevap vermek mümkün değildir. TCK m.299 kapsamında cumhurbaşkanına hakaret fiili teorik olarak cezalandırılabilir olmakla birlikte, yargı uygulamaları ve içtihatlar “Allah belanı versin” türü bedduaları çoğunlukla hakaret suçunun dışında değerlendirmiştir. Belirleyici olan, ifadenin lafzından ziyade bağlamıdır: Kamuoyu önünde, aleni ve aşağılayıcı unsurlarla birlikte kullanıldığında ortaya çıkacak sonuç ile yalnızca anlık ve kişisel bir beddua olarak kaldığında doğacak hukuki sonuç aynı değildir. Bu nedenle sağlıklı bir hukuki değerlendirme için her somut olayda tüm olguların ve delillerin birlikte ele alınması zorunludur.
Allah Belanı Versin Hakaret Mi? Yargıtay Kararı
Yargıtay içtihatları, “Allah belanı versin” ifadesini bir hakaret değil, beddua olarak değerlendiren tutarlı bir çizgiye sahiptir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, çeşitli kararlarında bu tür sözlerin “Tanrısal ceza dileme” anlamı taşıdığını vurgulamış, onur kırıcı herhangi bir sövme veya somut isnat içermediği için hakaret suçunu oluşturmadığını belirtmiştir.
v Yargıtay 18. Ceza Dairesi 20.03.2019 T. 2018/3482 E. 2019/5411 K.: “..ÖZET: Yargılamaya konu somut olayda; sanığın müşteki polis memurlarına hitaben söylediği kabul edilen “Allah belanızı versin…” şeklindeki sözlerinin muhatabın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, rahatsız edici, kaba ve nezaket dışı hitap tarzı ve beddua niteliğinde olduğu, dolayısıyla hakaret suçunun unsurları itibari ile oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraatı yerine mahkûmiyet kararı verilmesi, hükmün bozma sebebidir.(5237 S. K. m. 29, 43, 50, 129) (5271 S. K. m. 226)Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede.A- Sanık … hakkında hakaret ve yaralama suçlarından verilen beraat kararlarının temyizinde;Eylemlere ve yükletilen suçlara yönelik katılan …’ın temyiz iddiaları yerinde görülmediğinden tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKÜMLERİN ONANMASINA,B- Sanık … hakkında hakaret suçundan kurulan hükmün temyizine gelince, başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.Ancak;1- Dairemizce de benimsenen Ceza Genel Kurulu’nun 31/01/2017 tarih 2014/4-785 esas, 2017/34 sayılı kararında da belirtildiği üzerine, hakaret fiilinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye yönelik olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kamu görevlileri veya sivil vatandaşa yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövme fiilini oluşturması gerekmektedir. Beddua niteliğinde sözler ise hakaret suçunu oluşturmaz.Yargılamaya konu somut olayda; sanığın müşteki polis memurlarına hitaben söylediği kabul edilen “Allah belanızı versin…” şeklindeki sözlerinin muhatabın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, rahatsız edici, kaba ve nezaket dışı hitap tarzı ve beddua niteliğinde olduğu, dolayısıyla hakaret suçunun unsurları itibari ile oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraatı yerine mahkûmiyet kararı verilmesi,2- Kabule göre de;a- Hakaret suçuna ilişkin özel hüküm olan ve daha lehe düzenlemeler içeren TCK’nın 129. maddesi yerine genel tahrik kurumuna dair aynı Kanunun 29. maddesinin tatbiki,b- İddianamede uygulanması talep edilmeyen ve CMK’nın 226. maddesi gereğince ek savunma hakkı da tanınmadan sanık hakkında TCK’nın 43/2. maddesinin uygulanması,c- TCK’nın 43. maddesinin uygulanması sırasında yapılan hesap hatası sebebiyle sonuç hapis cezasının eksik belirlenmesi,d- TCK’nın 50/2. maddesine aykırı olarak, tercih edilen seçenek hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi,Kanuna aykırı, sanık … ve O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnameye uygun olarak HÜKMÜN BOZULMASINA,…” denilmiştir.
v Yine Yargıtay 18. Ceza Dairesi 10.01.2017 T. 2015/21133 E. 2017/147 K. Sayılı kararında “…Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;1-Hakaret fiilinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kişilere yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref, ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir. Olay günü sanığın, mağdurlara söylediği kabul edilen “Allah belanızı versin” şeklindeki beddua ve kaba hitap tarzı niteliğindeki sözlerin, mağdurların onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmaması nedeniyle hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, mahkumiyet kararı verilmesi,2-Kısmi kabule göre de;Kamera görüntülerine ilişkin 21.06.2011 tarihli bilirkişi raporu, 20.10.2011 tarihli CD çözümleme tutanağı ile tüm dosya kapsamına göre, mağdur polislerin sanığa söylediği anlaşılan “ulan, lan, otur lan, kes lan, gel lan” biçimindeki sözler, sanığın polisler tarafından darp edildiği yönündeki savunması ile bu savunmasını destekleyen 21.06.2011 tarihli bilirkişi raporundaki “tokat sesi geldiği” yönündeki anlatım dikkate alındığında, görevi yaptırmamak için direnme suçunda TCK’nın 29, hakaret suçunda ise, aynı Kanunun 129. maddelerinin uygulanıp uygulanmayacağının tartışılmaması,Kanuna aykırı ve sanık …’ın temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye uygun olarak HÜKÜMLERİN BOZULMASINA,…” denilerek Allah Belanı Versin sözünün hakaret suçunun unsurlarını taşımadığı açıkça izah edilmiştir.
v Ayrıca Yargıtay 4. Ceza Dairesi 08.04.2025 T. 2022/12420 E. 2025/6246 K. Sayılı ilamında ; “…Siyasetçilere yönelik eleştirilerin izin verilen sınırlarının özel kişilere nazaran daha geniş olduğu gerek iç hukukumuzda gerekse uluslararası mahkeme kararlarında yerleşmiş bir ilkedir. Bu ilkenin gerekçesi, siyasetçilerin, özel kişilerden farklı olarak, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açık olan, kamuoyuna mal olmuş kişi haline gelmeyi bilerek tercih etmeleridir.Açıklamalar ışığında somut olayda; sanığın, sözlerinin muhatabın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, siyasi, ağır eleştiri ve beddua niteliğinde olduğu dolayısıyla hakaret suçunun unsurları itibari ile oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraatı yerine istinaf başvurusunun esastan reddi kararı verilmesiHukuka aykırı bulunmuştur.IV. KARAR Gerekçe bölümünde açıklanan nedenle Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi kararına yönelik sanığın temyiz isteği yerinde görüldüğünden HÜKMÜN, 5271 sayılı Kanun’un 302/2. maddesi gereği, tebliğname’ye uygun olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA, Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 304. maddesi uyarınca Çorlu 6. Asliye Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,..” diyerek siyasetçilerin eleştiri sınırının daha yüksek olması gerektiğini ve beddua, muhatabın kamu görevlisi ya da Cumhurbaşkanı olması fark etmeksizin, tek başına hakaret sayılmadığını açıkça belirtmiştir.

Minval Hukuk & Danışmanlık Bürosu Sigorta Hukuku(Trafik ve İş Kazaları), İş Hukuku, Kamulaştırma ve İstimlak, Tazminat Hukuku, Ölüm ve Yaralamalı Trafik Kazalarından Kaynaklanan Maddi ve Manevi Tazminat Davaları, Yangın Sigortaları, Dask Sigortası, İşveren Mali Sorumluluk Sigortaları, Araç Değer Kaybı ve Araç Hasar Bedeli Davaları ile Vatandaşlık Hukuku ve Nüfus Davaları, Göç Davaları, SGK’nın karşılamadığı akıllı ilaç bedellerinin ödenmesi ve ücretsiz temin edilmesi ile ilgili davalar üzerine yoğunlaşmış ve bu alanların her birinde yüzlerce danışanın haklarını ilgili kişi ve kurumlar nezdinde çözüme kavuşturmuştur. Minval Hukuk Bürosunun Kurucu ortaklarının çeşitli site ve dergilerde yayınladığı onlarca makalenin yanında basılan “Sigorta Hukuku ve Tahkim Uygulamaları” adlı bir kitabı da bulunmaktadır.
