DANIŞTAY 4. DAİRE E. 2015/1467 K. 2019/2317 T. 26.3.2019
ÖZET : Dava, davacı adına, kanuni temsilcisi olduğu şirketin muhtelif vergi borcunun tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrirlerinin iptali istemine ilişkindir.
Dava konusu ödeme emri içeriği borçların 1997, 1999 yıllarına ilişkin olduğu ve ödeme emrinin 06/05/2014 tarihinde davacıya tebliğ edildiği görülmüş olup; 213 S.K.’a göre mükellefe vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından başlayarak beş yıl içerisinde tarh ve tebliğ edilmeyen vergilerin tarh zamanaşımına uğrayacağı, ayrıca 6118 S.K.’a göre amme alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başındanitibarenbeş yıl içinde tahsil edilmezse tahsil zamanaşımına uğrayacağı ifade edilmekte olduğundan;
Ödeme emri içeriği borçların tarh ve tahsil zamanaşımına uğrayıp uğramadığının araştırılması, zamanaşımına uğramadığının tespit edilmesi durumunda da işin esasının incelenerek karar verilmesi gerekmektedir.
İSTEMİN KONUSU : İstanbul 9. Vergi Mahkemesi’nin 16/09/2014 tarih ve E:2014/1174, K:2014/2006 Sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ:
Dava konusu istem: Davacı adına, kanuni temsilcisi olduğu şirketin muhtelif vergi borcunun tahsili amacıyla düzenlenen 06/05/2014 tarih ve 2012/01 ve 2012/3, 4, 5 Sayılı ödeme emrilerinin iptali istenilmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: Vergi Mahkemesince verilen kararda; dava konusu ihbarnamelerin şirket adresi dışında ortağının ikametgahında tebliğ edilmesine rağmen, şirket adına düzenlenen ödeme emirlerinin şirket adresine tebliğe çıkarıldığı, adresinde bulunamadığından ilanen tebliğ yoluna gidildiği, şirket yetkilisinin ikametgah adresi ile yukarıda anılan ve ihbarnamelerin tebliğ edildiği şirket ortağının adresinin tüketilmediği, ödeme emirlerinin tebliğine ilişkin belgenin iadesi üzerine tekrar tebliğe çıkarılmadığı, sadece ödeme emirleri ile ilişkilendirilmeyen adres tespit tutanağı düzenlenmek suretiyle ilanen tebliğ yoluna gidildiğinin anlaşıldığı, asıl borçlu şirket hakkında 213 Sayılı Yasaya uygun olarak yapılmış bir tebligatın bulunmadığı, şirket hakkında henüz usulüne uygun olarak kesinleşmediği, dava konusu ödeme emirlerinde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmiştir.
TEMY İZ EDENİN İDDİALARI : Davalı idare tarafından, asıl borçlu şirket adına sahte fatura kullandığından bahisle cezalı tarhiyatlar yapıldığı, buna ilişkin şirket adına tanzim edilen ihbarnamelerin 12/05/2000 tarihinde tebliğ edildiği, itiraz edilmeksizin kesinleşerek ödeme emri safhasına geldiği, ödeme emrinin ilanen tebliğ edildiği, borcun şirketten karşılanamayacağının anlaşılması üzerine borcun içeriğinin 1997 ve 1999 yıllarına ait olduğu, vergi borcunun doğduğu dönemde davacının şirket yetkilisi ve ortağı olduğu, bu döneme ilişkin sorumluluğunun bulunduğu, 6183 Sayılı Kanun’un 35. maddesine binaen davacı adına ‘’kanuni temsilci ‘’ sıfatıyla ödeme emri düzenlendiği, dava konusu edilen işlemin usule ve hukuka uygun şekilde tesis edildiği gerekçeleriyle kararın bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.
KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Cevap verilmemiştir.
DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin reddi ile usul ve yasaya uygun olan Vergi Mahkemesi kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.
Karar veren Danıştay Dördüncü Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
KARAR : İNCELEME VE GEREKÇE:
MADDİ OLAY :
Davacı adına, eski kanuni temsilcisi olduğu B. Tekstil Deri Gıda San. Ve Tic. Ltd. Şti.’den tahsil imkanı kalmayan kamu alacağının tahsili amacıyla ödeme emirleri düzenlenmiştir. Daha öncede aynı gerekçe ile tesis edilen haciz işleminin İstanbul 9. Vergi Mahkemesi kararı ile iptal edildiğinden bahisle hukuka aykırılığı ileri sürülerek bakılan dava açılmıştır.
İLGİLİ MEVZUAT VE HUKUKİ DEĞERLENDİRME :
213 Sayılı Vergi Usul Kanununun “Kanuni Temsilcilerin Ödevi” başlıklı 10. maddesine göre; tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatlar gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevler kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirilir. Yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınmayan vergi ve buna bağlı alacaklar, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınır.
213 Sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 113. maddesinde, ”Zamanaşımı, süre geçmesi suretiyle vergi alacağının kalkması olarak tanımlanmış olup bu durum mükellefin bu hususta bir müracaatı olup olmadığına bakılmaksızın hüküm ifade eder.” 114. maddesinde ise, “Vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından başlayarak beş yıl içinde tarh ve mükellefe tebliğ edilmeyen vergiler zamanaşımına uğrar.” hükmüne yer verilmiştir.
6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 102/1. maddesinde, amme alacağının, vadesinin rasladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğrayacağı belirtilmiş, 103. maddesinde ise, tahsil zamanaşımının kesilmesi halleri 11 bent halinde sayılmış, ödeme emri tebliği, haciz tatbiki ve mal bildirimi halleri zamanaşımı kesilme hallerinden kabul edilmiş, maddenin son fıkrasında ise, kesilmenin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren zamanaşımının yeniden işlemeye başlayacağı hükmü getirilmiştir.
Bu düzenlemelere göre kamu alacağı, vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden yılın başından itibaren 5 yıl içinde ya da 103. maddede sayılı hallerde zamanaşımının kesilmesi durumunda, kesilmenin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğramakta ve hukuken tahsil edilebilir olma niteliğini kaybetmektedir.
Dosyanın incelenmesinden; davacının eski kanuni temsilcisi olduğu şirketin borçlarının şirketten tahsil imkanı kalmadığından dolayı davacı adına ”kanuni temsilci” sıfatıyla ödeme emirleri düzenlenmiştir.
Vergi Mahkemesi tarafından, birinci derecede sorumlu olan şirket hakkında henüz usulüne uygun olarak kesinleşmeyen kamu alacağının tahsili amacıyla davacı adına düzenlenen dava konusu ödeme emirlerinde hukuka uygun bulunmadığından dolayı iptaline karar verilmiş ise de, davacı şirket adına düzenlenen ödeme emirlerinin şirketin adreste bulunmaması nedeniyle iadesi üzerine aynı adreste 28/06/2003 ve 16/07/2010 tarihli adres tespit tutanaklarına istinaden şirketin adresinde bulunamamasından dolayı ilanen tebliğ yoluna gidildiği, şirket hakkında 213 Sayılı Yasaya uygun olarak yapılmış bir tebligatın bulunduğu sonucuna varılmıştır.
Olayda, dava konusu ödeme emri içeriği borçların 1997, 1999 yıllarına ilişkin olduğu ve ödeme emrinin 06/05/2014 tarihinde davacıya tebliğ edildiği görülmüştür. Vergi Usul Kanununa göre mükellefe vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından başlayarak beş yıl içerisinde tarh ve tebliğ edilmeyen vergilerin tarh zamanaşımına uğracağı, ayrıca 6118 Sayılı Kanuna göre amme alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren beş yıl içinde tahsil edilmezse tahsil zamanaşımına uğrayacağı ifade edilmektedir.
Buna göre, ödeme emri içeriği borçların tarh ve tahsil zamanaşımına uğrayıp uğramadığının araştırılması, zamanaşımına uğramadığının tespit edilmesi durumunda da işin esasının incelenerek karar verilmesi gerekmektedir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1. Temyiz isteminin kabulüne,
2.Temyize konu İstanbul 9. Vergi Mahkemesi’nin 16/09/2014 tarih ve E:2014/1174, K:2014/2006 Sayılı kararının BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine,
4. 2577 Sayılı Kanun’un ( Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen ) 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş ( 15 ) gün içinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 26.03.2019 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
( X ) KARŞI OY :
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, temyize konu mahkeme kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin reddi gerektiği görüşüyle Dairemiz kararına katılmıyoruz.
Kararın Özeti:
Öncelikle, trafik kazası sonucunda bir kimsenin yaralanmasına veya olaydaki gibi ölümüne neden olunması, ona karşı işlenen bir haksız fiildir. Dolayısıyla 6098 s. Borçlar Kanunu m.72 gereği haksız fiilden doğan tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yıllık zamanaşımına tabidir.
2918 s. Yasa gereğince ise motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazmini talepleri, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve yine her halde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar. Buradan anlaşılacağı üzere zamanaşımı sürelerine ilişkin düzenlemeler paralellik göstermektedir.
Söz konusu uyuşmazlıklarda, yine 2918 s. Yasa uyarınca dava konusunun cezayı gerektiren bir fiilden doğması ve Ceza Kanununun bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş bulunması halinde ise artık bu uzamış süre dikkate alınır. Bunun için de eylemin Ceza Kanununa göre suç sayılması gerekli ve yeterlidir; fail hakkında mahkumiyet kararı verilmesi veya bir ceza davasının açılması ya da zarar görenin o davada tazminat yönünden bir talepte bulunması şartları aranmamaktadır. Ceza Kanunu’nda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresi, olay tarihinden itibaren işlemeye başlar; sürenin işlemeye başlaması için, zarar görenin, zararı ve onun failini öğrenmesi koşulu aranmaz. Kazaya neden olan kişi hakkında bir ceza davasının açılmamış olması da uzamış zamanaşımının uygulanmasına engel olmaz. Ancak, zarar veya onun faili, uzamış zamanaşımı süresinin bitmesinden sonra öğrenilmiş ise, davanın, öğrenme tarihinden itibaren, 2918 s. Kanunu m.109’daki iki yıllık süre içerisinde açılması gerekir.
Son olarak, uyuşmazlığa uygulanacak zamanaşımı süresi maddi tazminat isteminde bulunabilecek her iki taraf için de geçerlidir.